Silmek İstediğinize Eminmisiniz ?

Eminseniz Lütfen Evet'e Basın.

KPSS İPTALİ VE ÖĞRETMENLİK KARİYER BASAMAKLARI SINAVI
Engin ASLANARGUN - 16 Ekim 2022
KPSS İPTALİ VE ÖĞRETMENLİK KARİYER BASAMAKLARI SINAVI

Eğitime ilişkin ülkemizde son yıllarda tartışılan ve güvenliği/güvenirliği sorgulanan en temel konulardan biri yapılan merkezi sınavlardır. Bir sınavın güvenliği/güvenilirliği tartışma konusu olmuşsa o sınav amacından uzaklaşmaya başlamış demektir. Teknik ve bilimsel kavramlara ifade etmek gerekirse bir sınavın en temel iki özelliği olan geçerliği (amaca hitap etme düzeyi) ve güvenirliği (tutarlılık, duyarlılık, objektiflik) sorgulanır hale gelmişse sınav anlamını ve amacını kaybetmiş demektir. En temel iki özelliğinin sorgulanır hale gelmesi, tartışılması ve eleştirilmesi sorunun oldukça büyük ve hayati olduğunu göstermektedir. Bu yazıda, kamu personeli seçme sınav (KPSS) özelinde merkezi sınavlar ile öğretmenlik kariyer basamakları sınavına ilişkin bir değerlendirme yapılacaktır. Özellikle son yıllarda yapılan çoktan seçmeli sınavlar ile mülakatların adil olmadığı, soruların önceden birileri ile paylaşıldığı gibi iddialar sürekli gündeme gelmektedir. Son yıllarda tartışılır duruma gelmesi önceki dönemlerin masum olduğu anlamına gelmemektedir. Özellikle 1990 sonrası suiistimal iddialarının dile getirilmesi basın, yayın, iletişim, ulaşım, demokratikleşme gibi alanlarda atılan adımlarla her şeyin duyulur ve görülür olmasından kaynaklanmaktadır. Diğer bir ifade ile son yıllarda teknolojik olanakların ve iletişim takip sistemlerinin bir sonucu olarak her şeyin görünür, izlenir ve bir şekilde ortaya çıkarılabilir olması; sosyal medya kanallarıyla bilgi kırıntılarının birleştirilmesi ve binlerce kişinin gözlem ve deneyimlerini birbirlerine aktarması ile adeta kartopu etkisiyle çığ gibi büyümesi gibi faktörler hiçbir şeyin gizli kalmadığını ve bir yerlerde bir şekilde iz bıraktığını göstermektedir. Önceki yıllarda bu gibi olanaklar oldukça sınırlı ve Türkiye daha kapalı bir devlet sistemine sahip olduğu için çoğunlukla kırılan kol yen içerisinde kalabilmekteydi. Ancak aynı sistemde, aynı topraklarda ve aynı ülke insanları tarafından bugün yapılan suiistimallerin 30 yıl önce yapılmadığı düşüncesi pek gerçekçi görünmemektedir. 
31 Temmuz 2022 tarihinde yapılan ve yaklaşık 1,5 milyon kişinin girdiği KPSS, “120 sorudan yaklaşık 20’si bir yayınevinin daha önce yayınlanan deneme sınavlarındaki sorularla büyük oranda benzer veya aynı olduğu…” gerekçesiyle iptal edildi. ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Halis Aygün görevden alındı, adli ve idari soruşturma başlatıldı. Cumhurbaşkanının görevlendirdiği Devlet Denetleme Kurulu müfettişlerinin raporları ve yeni atanan ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Bayram Ali Ersoy’un açıklamaları sınav ile ilgili ortaya çıkan iddiaların büyük oranda doğru olduğunu göstermektedir. Kim veya kimler tarafından yapıldığı, örgüt veya cemaat/tarikat bağı, soruların çalınma veya sızdırılma durumu, soru hazırlayan akademisyenlerin aynı zamanda özel yayınevleri ile de çalışarak soruları dağıttığı veya yeni soru hazırlamak yerine yayınevlerinin deneme sınavlarından ÖSYM ye soru ürettiği gibi iddiaları çoğaltmak mümkündür. “Kol kırılır yen içinde kalır” veya “kurumları yıpratmayalım” gerekçesi altında adli ve idari soruşturma raporları kamuoyundan gizlenmez ise bu ve benzeri soruların cevapları kısa süre içerisinde ortaya çıkabilecektir. Zira günümüz madde ve insan kaynaklarının ulaştığı uzmanlık düzeyi hiçbir şeyin gizli kalamayacağını, her türlü adımın mutlaka bir iz bıraktığını veya bir yerlerde kaydedildiğini göstermektedir.
Bu olaylar üzerine görüşlerini açıklayan sosyoloji eğitimli önceki YÖK başkanlarından biri, bu tür olayların yeni olmadığını, soruların çalınma, sızdırılma, kopyalanma veya teknolojik olanaklarla uzaktan erişilme girişimlerine her zaman maruz kaldıklarını ifade etmiştir. Haklı olarak adli, polisiye veya istihbari tedbirler yerine sınav sisteminin ve mantığının gözden geçirilmesini önermiştir. KPSS skandalı nedeniyle projeksiyonların sınav sistemi üzerine çevrilmesi ve mevcut sistemin sorgulanması gerekirken kişiler ve olay örgüleri üzerinden magazinel boyutların ön plana çıkması, üst düzey devlet yöneticilerinin, eğitim bakanlığı yetkililerinin ve YÖK bürokratlarının gerçek sorun ile yüzleşmekten kaçındığını göstermektedir. Bardağı taşıran damla olarak kamuoyunun gündemine giren sınav skandalı, gerçekten da bardağı taşıran son damladır ve daha önce defalarca bardağı taşırmaya devam etmiştir. Yapılan açıklamalara ve geçmiş anılara bakıldığında bizzat yöneticiler, uzmanlar, akademisyenler ve savcılar eliyle sorular çalınmış, sızdırılmış, dağıtılmış ve yandaşlara ulaştırılmıştır. Olağanüstü tedbirlere ve güvenlik önlemlerine rağmen geçmişte bu tür usulsüzlükler ayyuka çıkmış, yüzlerce kişinin eşyanın tabiatına aykırı şekilde aynı doğru ve yanlışları işaretlediği tespit edilmiş, basit problemleri bile çözemeyen adaylardan çok yüksek puan alarak çok iyi yere yerleşenler olduğu ortaya çıkmıştır. 
En sonda söyleyeceğimizi burada söyleyerek devam edelim: Sorun sınavın adı, soru kalitesi, güvenliği ve uygulaması ile ilgili değildir! Sorun: insanları ilgi ve yetenekleri doğrultusunda yönlendirmek yerine oldukça ilkel ve basit bir şekilde yukarıdan aşağıya sıralama anlayışından kaynaklanmaktadır. Gelişmiş, demokratik ve insan haklarına önem veren ülkeler yaklaşık yarım yüzyıldır bu ilkel uygulamadan vazgeçmiş olmasına karşın Türkiye Cumhuriyetinde göreve gelen ve bu konuda çalışma yapmayan başta eğitim bakanlığı ve YÖK yetkilileri olmak üzere bütün üst düzey yöneticiler bu suça ve yanlışlığa ortak olmaktadır. Mevcut sınav sistemi insan öğüten, harcayan, rastgele öğrencileri üniversitelere dağıtan ve aslında çok çalışkan ve zeki en fazla 20-30 bin öğrenci/aday için milyonlarca kişiyi kullanan bir sistemdir. 
Artık günümüzde her anne babanın bildiği, en basit kişisel gelişim kitapları ve programlarında dile getirilen, eğitim gerektirmeden ortalama insan dağarcığında yer alan temel bir gerçek vardır: bireylerin ilgi ve yetenekleri farklı olduğu için ölçme ve değerlendirme sistemi de farklı olmalıdır. Bireysel farklılıklardan dolayı aynı anne babadan olan ikizler bile farklılaşmaktadır. Yetişme ortamı, geçmiş deneyimler, sosyo-ekonomik ve kültürel faktörler öğrencileri farklılaştırmakta, biçimlendirmekte ve dolayısıyla ilgi ve yetenekleri şekillendirmektedir. Bu gibi farklılıklardan dolayı klasik bir ifade ile balığı ağaca tırmandırarak, zürafayı yüzdürerek, kaplumbağayı ise koşturarak ölçemezsiniz, değerlendiremezsiniz ve hayat yarışına sokamazsınız. Eğer böyle yaparsanız en büyük yanlışlığı, haksızlığı, adaletsizliği ve zulmü işlemiş olursunuz. Maalesef ülkemizde yarım yüzyıldır yapılan budur. KPSS gibi memur sınavlarıyla, alınacak kurumla ilgili hiçbir bilgi ve yeterlik durumuna bakılmaksızın teknik, ezber ve teorik hızlı soru çözme becerisine dayalı olarak sıralama yapılmaktadır. Lise ve üniversite giriş sınavlarının durumu daha içler acısıdır. Zorunlu eğitim kapsamında olan bütün ilk-orta-lise kademelerinde eğitimin niteliğini artırmak ve her öğrenciye aynı kalitede eğitim-öğretim sunmak yerine okullar arasında kalite-nitelik-puan sıralaması yapmak daha kolay gelmektedir. Her mahalledeki okulun kaliteli eğitim sunabilmesi ve programda kazandırılması gereken hedeflere ulaşabilmesi için okul-yönetici-öğretmen bazlı çalışmalar yapmak yerine puan sıralamasına göre öğrencileri etiketlemek yöneticiler için daha pratik ve kullanışlıdır. Adı fen, sosyal, proje olan liselere girebilecek yaklaşık 40-50 bin öğrenciyi seçebilmek için milyonlarca öğrenci elekten geçirilmektedir. İlkel bir şekilde yaklaşık yüzde 5’lik dilime girebilecek öğrencileri seçebilmek, ayrıştırabilmek ve onlara özgü özel ortamlar oluşturabilmek için öğrencilerin yüzde 95’i kullanılmaktadır. Yüzde 5’lik dilime giren öğrenciler seçildikten sonra diğer öğrenciler kalan okullara dağıtılmaktadır. Benzer durum üniversite sınavları için de geçerlidir. Sayıları 10’u geçmeyen seçkin üniversite ve bölümdeki sınırlı kontenjana girebilecek öğrenciler için sınav yapılmakta, bunun dışında kalan adaylar her ile açılan, genellikle kontenjanları artırılan ve baraj sınırı olmayan üniversite ve bölümlere dağıtılmaktadır. Eski çağlarda soy, ırk, kan ve sosyo ekonomik statü üzerinden sürdürülen sınıf-kast sistemi modern dönemlerde zeka, başarı, aile yapısı ve sosyo ekonomik statü üzerinden devam ettirilmektedir. Fakir, yoksul, köyde yetişmiş veya çobanlık yapan birkaç öğrencinin bu zinciri kırarak yüksek başarı göstermesi büyük resim içerisinde çok küçük bir nokta olmaktan öteye gitmemektedir. Zaten bu gibi birkaç örneğin basında, sosyal medyada ve kamuoyunda flaş bir gelişme olarak günlerce konuşulması bile bu durumun ne kadar sıradışı ve olmaması gereken bir durum itirafından başka bir şey değildir. Olağandışı ve olmaması gereken bir durumdur, çünkü başarılı olması gerekenlerin gittiği üniversite ve bölümler bellidir, diğerleri arkadan gelmelidir. 
Son günlerde yoğun olarak tartışılan ve sosyal medya platformlarında önemli bir gündem maddesi haline gelen öğretmenlik kariyer basamakları sınavı da kendi içerisinde önemli sorunlar taşımaktadır. Henüz sınav yapılmadığı için tablo net olarak anlaşılamamaktadır; ancak şimdiden bu kadar eleştirilmesi, amacı, süreci ve içeriğinin sorgulanır hale gelmesi ortada bazı sorunlar olduğunu göstermektedir. Bu sorunları yöntem ve içerik olarak ikiye ayırmak mümkündür. Yöntem açısından en temel sorun KPSS’ de olduğu gibi çoktan seçmeli, merkezi bir sınav ile öğretmenlerin merkezi gelişim düzeylerinin ölçülebileceği ve sonucunda onlara uzman ve başöğretmen şeklinde “kariyer” kazandırılabileceği yanılgısıdır. Merkezi sınavların geçerliği (amaca hitap etme düzeyi) ve güvenirliği (tutarlılık, duyarlılık, objektiflik) konusunda gittikçe artan bir şekilde tartışmaların ve güvensizliğin olduğu bir ortamda öğretmenlik gibi duygusal özelliklerin ve davranışların baskın olduğu bir uzmanlık alanını çoktan seçmeli sınav netlerine dayalı olarak mesleki gelişime ve basamaklandırmaya tabi tutmaya çalışmak eğitimle ilgili karar vericilerin öğretmenlik mesleğinin özelliklerini ve hassasiyetlerini yeterince bilmediğini veya anlayamadığını göstermektedir. Öğretmenlik kariyer basamakları ve uygulama sürecinden ibaret bir kanunu “öğretmenlerin yıllardır özlemle beklediği Öğretmenlik Meslek Kanunu” olarak kamuoyuna sunmak üst düzey bakanlık bürokrasisinin öğretmenlerden ve öğretmenlerin dünyasından oldukça uzak olduğunu göstermektedir. Mesleki gelişim ve bunun karşılığı olan bir kariyerle ödüllendirme, bir işi meslek yapan en temel özelliklerden biridir. Kurumsallaşmış, gelenekselleşmiş ve profesyonelleşmiş birçok meslek için bu durum söz konusudur ve öğretmenlik için de düşünülebilecek bir adımdır. Özellikle yeni bilgi, beceri ve mesleklerin her geçen gün arttığı ve hayat boyu eğitim kapsamında insanların sürekli öğrenme süreçlerine dâhil olduğu bir dünyada bunu mesleki gelişim kapsamında bütün öğretmenlere sunmak ve karşılığında maddi-manevi bir pekiştireç ile ödüllendirmek birçok gelişmiş ülkenin başvurduğu ve olması gereken bir uygulamadır. Ancak bunu her geçen gün geçerliği ve güvenirliği tartışılan merkezi sınavlarla yapmak en temel yöntemsel hatadır. Diğer bir yöntemsel hata sınırlılığı, mekanikliği ve etki alanı bilinmesine karşın uzaktan (online) seminerleri izlemeye dayalı bir mesleki gelişim ve kariyer basamaklarının temellendirilmiş olmasıdır. Etkili olabilmesi için sürece yayılması ve uzman öğreticiler eşliğinde yüz yüze gerçekleştirilmesi gereken mesleki gelişim faaliyetlerini online seminerler şeklinde yapmak anlamlı ve gerçekçi değildir. İsteyenlerin ve merak edenlerin internet ortamında yazılı ve sözlü olarak bulabileceği eğitim materyallerini yeniden hazırlamak, videoya çekmek ve bunlar için ciddi kaynaklar harcamak yerine bu gibi seminerlerin kalıcılığı ve etkililiği üzerine plan ve program yapılması daha anlamlı olabilirdi. Öğretmenlerin benimsemediği ve karşı duruş sergilediği bir mesleki gelişim sürecinin başarılı olması mümkün değildir. Öğretmene rağmen öğretmenler için mesleki gelişim gerçekleştirilemez. Öğretmenlerin de içinde olduğu, öğretmen yetiştiren kurumlarla iş birliği içerisinde ve öğretmenin lehine olacak mesleki gelişim etkinliklerinin maddi ve manevi pekiştireçler desteğinde ihtiyaç analizine dayalı olarak planlanması, programlanması ve sürece dayalı olarak uygulanması sağlanabilir. Bu gibi özelliklerden yoksun olduğu anlaşılan mevcut uygulamanın, üst düzey bakanlık bürokrasisi değiştikçe yenilik adına kamuoyuna sunulan eski ve etkisiz uygulamalardan biri olduğu anlaşılmaktadır. Niteliği artırmaya yönelik atılacak adımlar merkezden verilen kararlarla gerçekleşmemektedir; öğretmenden başlamak üzere yerel karar ve uygulama süreçlerinin devreye sokulması gerekmektedir. Fazla söze gerek yoktur; böyle bir istek ve irade ortaya çıktığında gelişmiş ülke örnekleri de incelenerek kendi ülke gerçeklerimize uygun bir model geliştirilebilecektir.      
Sonuç yerine…
Bu satırları okuyan ve bu konuda önceki yıllarda çalışma yapıldığı itirazında bulunabilecek mevcut ve geçmiş eğitim bürokrat ve yöneticileri olabilir, ancak bu konularda dürüstçe çalışma yapmadıkları ve bu konuyu önemli bir eğitim sorunu olarak dile getirmedikleri için sorumluluk paylarının yüksek olduğunu söylemek gerekmektedir. Eğitim bilimci, rektör veya isminin başında prof. dr. ünvanı olması üst düzey eğitim yöneticiliği için önemlidir ancak yeterli olmadığı geçmiş uygulamalardan anlaşılmaktadır. Zira ülkedeki eğitim sorunları çözülememekte, her geçen gün karmaşıklaşmakta ve ülke insanını öğüten bir sorun yumağına dönüşmektedir. Eğitim adına atılan her adım yeni bir probleme dönüşmekte ve asıl eğitim sorunlarının tartışılmasını maskeleyen bir işleve bürünmektedir. Kısaca eğitim adına atılan bir adım öğrencilerin daha iyi öğrenmesine hizmet etmediği ve niteliği artırarak eşitsizliği gidermediği sürece etkisizdir, anlamsızdır, gerçekçi değildir ve gerçek sorunların tartışılmasını engelleyen bir maskeden başka bir şey değildir. Öğretmenler için atılan bir adım öğretmen camiası tarafından yoğun bir biçimde eleştiriliyor ve anlamsızca tartışılıyorsa ya karar vericiler ya da tartışmayı yürüten öğretmenler açısından dürüst ve samimi olmayan bir durumun söz konusu olduğu ileri sürülebilir. Her iki durumda da sorunludur. Çözüm ise ülkenin ve eğitim sisteminin sorunlarıyla dürüstçe yüzleşmekten geçmektedir. Peki, çözüm nedir? Çözüm çok boyutlu olmakla birlikte yeni bir insan ve medeniyet tasavvuruna sahip olmaktan geçmektedir. Nasıl insanlar yetiştirmek istiyoruz? Hangi özelliklere, niteliklere, değerlere ve alışkanlıklara sahip bireyler ülke geleceği açısından öncelikli olmalıdır? Batıcı, kapitalist, yarışmacı, rekabetçi, teknolojik, benmerkezci öğretim programları ile hangi nitelikleri ve değerleri kazandırmayı hedeflemekteyiz? Paylaşmayı mı, rekabeti ve daha çok kazanmayı mı? Geçmiş ve gelecek tasavvurumuz nasıldır, hangi tarihi birikimle nasıl bir gelecek hayalini öğrencilere aşılamaktayız? Kısaca sınav skandalı ve tartışmaları bağlamında ortaya çıkan problemin kökleri derinlere uzanmaktadır. Mekanik bir şekilde, teorik ve ezber mantıkla hazırlanmış soruları hızlı çözme becerisine dayalı olarak yukarıdan aşağıya doğru sıraladığımız, ilgi ve yeteneğini dikkate almadığımız çocuklar ve gençler ortaya çıkan sorunun/buzdağının sadece görünen kısmıdır. Derinde yatan, buzdağının görünmeyen kısımlarını dikkate almadığımız sürece daha komplike, organize ve profesyonel kopya-hırsızlık olaylarına hazırlıklı olmak gerekmektedir. Ortaya çıkan duruma bakıldığında yolsuzluğa eğilimli insanların, tedbir alması gerekenlerden daha sistemli ve organize çalıştıkları anlaşılmaktadır. Son on yılda değişik boyutlarda ortaya çıkan kopya yolsuzlukları, aslında çok daha önceleri de var olan ancak kitleselleşmeyen, organize hale gelmemiş ve sınırlı bir kesimin nemalandığı durumun kitleselleşmesinden ve yaygınlaşmasından başka bir şey değildir. Çözüm ise elemeye, seçmeye ve sıralamaya dayalı bir sınav sistemi yerine ilgi ve yeteneklere göre doğru teşhis ve yönlendirmelerde bulunan bir sistem inşa etmekten geçmektedir. Böyle bir irade ve çaba öğretmen ve ailelerle paylaşıldığında ve en önemlisi insanımız ve geleceğimiz için ciddiyetle kamuoyunda tartışıldığında büyük oranda karşılık bulabilecektir. Nüfusu Türkiye kadar olan gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler güç aktarımı yaparak, yerelleşerek, merkezileşmeden uzaklaşarak, bütün okul ve kurumları nitelikli hale getirerek, demokratikleşerek ve en önemlisi liyakat ve ehliyet temelinde bir devlet örgütlenmesine geçerek bu tür sorunları minimuma indirmişlerdir. Nüfus, öğrenci sayısı, dağıtılan tablet sayısı, jeopolitik konum, düşman envanteri, milli birlik ve beka söylemi, olağanüstü şartlar metaforu gibi maske ve mazeretler dile getirilmeye devam ettiği sürece bir 50 yılı daha kaybetmeye şimdiden hazırlıklı olmak gerekmektedir. KPSS skandalına hemen el koyarak gerekli adli ve idari tedbirleri devreye sokan yönetim iradesi sonuç aşısından önemlidir ve anlamlıdır ancak buzdağının arkasında yatan ve soruna asıl kaynaklık eden nedenler irdelenmediği ve sorgulanmadığı sürece daha organize, siber ve komplike skandallara hazırlıklı olmak gerekmektedir.    


 



Bu içerik toplam 0 yorum ile ortalama nan oy aldı.